24 Aralık 2010 Cuma

YAZ'I GÖM!

1.
Şimdi saçlarımdaki böcekler de ağlıyor.

Kaldırım taşları, çamların iğneleri, park etmiş arabalar,
Sokağa dair her şey,
Hepimiz,
Derin koyu bir hüzne gömüldük...

Tepemizde daireler çiziyorlar.
Gözlerimi görmek istemiyorum.
(Her sabah, güne doğumunu verirdi eskiden.)
Boş bedenlerimiz.
(En azından benim ki boş.)
Mevsimin bugününde bütün bedenler boş.
(Love is suicide.)
Yazılmamış bir şarkıyı hep bir ağızdan söylüyor
Kumlar, taşlar ve deniz.
Ağaçlar kadim günlerinden kalan son gözyaşlarını
Rüzgara hediye ediyor.
Sadece bir iki fırlama kuş, zaman zaman gülen.

Mevsimin son günleri....
Boşalan musluklar damlamıyorlar bile.
Lavabolarda sezonun kurumuş sümükleri.
Tuvalet camının ardındaki boşluklar,
Bu yaz öğrendikleri hikayeleri fısıldıyor tuğlalara.
Mutsuz ve yalnız apartman merdivenleri,
Boş terk edilmiş balkonlar.
(Do not cry in public)
Gölge geri geldi.
Öksürükler,
Sümükler,
Boklar,
Kıllar,
Vücut sıvıları....

Lime lime olmuş, tükenmiş bir aşkı tekrar canlandırmaya çalışmak,
Kurumuş ekmeği kemirmeye uğraşmak.
Uğraş.

Ulaşılamaz burdan hiç bir yere
Ya evine dön,
Ya da burda kal.
Burdan hiç bir yere gidemezsin;
Tek yol evine gider...
Yitirdiğin yüzüğü soruyorsan eğer,
O hiç sana ait olmadı zaten.
Düşürmedin O'nu dün gece,
Ait olduğu yere gitti kendi iradesiyle,
Sessizce.
O yüzden bulamadın saatlerce....

(Kafamda gerçekten böcekler var.)
Ne yaptın sen?

2.
Dün geceki şovun berbattı.
En kötüsüydü içlerinde.
Rezil,
Müptezel!

3.
Boşlukları dolduralım.

4.
Bit.

5.
Bu ev tükendi,
Sivrisinekler bile gelmiyor artık eve.
Yastıklar, koltuk, çarşaflar, yataklar;
Tükendi,
Tüketildi...
Kitlemeli ve gitmeli.
Mutfak öldü.
Banyo intihar etti...

6.
"Bırakma!", diye bağırsan
Ve ben de "Bıraktım.", diyebilsem.
Diyemem sanırım.
Sanırım gelemem
Ve
Galiba giderim hep yaptığım gibi.
Sonra belki telefon ederim otuz saniye sonra
"Seni seviyorum.", demek için.
"İçin
İçin,
Kızıl
Kızıl",
Yanıyoruz evet...

Yakından sevemiyorum...

7.

Eskici geldi öğlen,
Kendimi verip güzel kırmızı bir leğen aldım karşılığında.
Karşısına yeşil bir sandalye yerleştirip kendime baktım,
Yoktu.
Zebralarımı yüzdürdüm ben de
Kırmızı
Plastik
Leğende.

8.
"Titreyerek mi ölür kurbağalar ?",
Diye sordu kaplumbağa gün batımında;
Damdan düşen kurbağayı gömerken, 
Karanlığa.

9.

Belki de her şey sabah düzelir düzelmesi gerekenler,
Sabah ereksiyonu gibi doğal bir şekilde...
İşler çok karıştı bir defterim bile yok.
Kedimi sorarsan yıllar önce öldü.
O' da bir sene dayanabildi bana.
Ayağımın altındaki yazıdan habersizsiniz hepiniz;
"Bir yıl içinde tüketilmelidir."

Belki de sabah
Didim'in bütün asil köpekleri kahvaltıya gelir
Belki mutfak dirilir
Tüm şehir benimle barışır, ben de kendimle.

Ve belki de sabah olmaz.
Mordor'a giderim ben de,
Gölgelere,
Hüküm Dağı'na,
Kıymetlimise...

Belki.....



                                                       1599
                                                        didim

ADAM KADINI ARARKEN BEN BUNLARI BULDUM

0.
Çok az eşya(n) seni sever....

1.
Dokunduğum her nesne fısıldıyor içime.
Duvarlar kafesim.
Özlerinden bu yana gördüklerini her saniye bağırıyorlar.
Tohumundan elma oluşuna,
Elma ağacının planlarını kim fısıldadıysa meyveye;
Sadizmin en yüksek tepesinde,
Titreyerek boşalıyor,
Her işi berbat edişimde...

İnleyerek geldi bu kaşıntılar buraya,
İnleyerek kaşıyor her bir esinti.
Şimdi o davul daha bir var içimde.
Tüm fısıltıları yararak geldi buraya o kadının sesi...

Bu karanlıkta nasıl buldu bizi ?

2.
İzi nasıl ve neden?
(Tenden.)
En rehavetli anımda yanımda intihar eden elmalar.
Birazdan hamaktan silkinip ağlamam gerekecek.

(Rahip, ipi; piranhaya ayarladı.)
Adı "Sam" değildi,
Olsaydı bir daha çalardı çocukluğumu...

Muska kalıpları rıhtımlarda.
Daha fazla lağım masalı gerekmez.
(Ezilen ender erimeler bunlar.)
Ar damarı ırmağı çoktan taştı,
Mavi, maviliğini yozlaştırdıktan hemen sonra.

3.
(Trafik ikaz azadı ısrarlı.)
Irk kırk yerinden demlendi.
(Direniş nişanı akmalı.)

Albino sivrisinekler gördüm; 
İmleri boşalmış caddelerde,
Elleri kireçli ve siyah...
Hamiline yazıyorum günahlarımı.
Piyadelerim var, binlerce, her yerde;
Ama hiç biri öldüremedi seni....
Enince ve de boyunca açtım kemiklerimi
Kel ve kemirgen çekirgelere.
Hepsi, hep bir ağızdan
Ve de hiyararşiye uyarak bağırdılar;
"Sağol! Sağol! Sağol!"

4.
Hiçbir zaman bilemedin
Edilgenliğimin patikalarını;
Bense hatırlayamıyorum
Hataların kokusunu...

Bir panter gördüm az önce,
Gözünün içinde;
Gördüğüm müsün
Yoksa 
Olduğun mu?

Şimdi tüm bu duvarlar titriyor kaşınarak,
Uzaktan gelen kadının sesi gibi;
O'nun ensesinin güzelliğine eş.

İşteş fiilerimizi de kirletmişim istemeden.
Edilenken ben,
Niye
Etken
Ya
Da
Eden
Ve
Ya
Et tren olmadım.

Ben üç şeyim aslında;
İs, tas, yön.

5.
Hani bazen de denir ya;
Ben benken,
Kenelerle kesilirken aynı mezbahada, 
Ağlardım bıkana kadar...

Dardı o zaman açım.
Şimdi geniş ama açım.

6.
Sabah, 
Bahaneler için en güzel üçte bir,

Bir bir her şey yerindedir.

                                                                 1595  
                                                                 eskişehir

7 Aralık 2010 Salı

file

Kuru bir iklim şimdi ruh sattında.

Eriyor zaman, ne kadar da soğutsan...
Ne o uğultu duruluyor, ne de o gürültü azalıyor. Dilim varmıyor nasıl ve ne gibi çoğaldıklarını söylemeye.

Belirsizlik belirdiğinde kolay seyrelmiyor. Aksine içinden geçilmez bir hal alıyor. Yoğunlaşıyor, tıkayarak ışık giren son delikleri. ("Onarılmaz değil bu gemi. Tekrar yüzebilir onarabilirsek bu deliyi.". "Bak", diye ekliyor, "Kendi kendini yiyor bu ahşap yaşlı gemi...")

Ne kadar ıssız azalıyor zaman telaşla. Elde tamamlanamadan ölmüş listeler. Pazar kapandığında hala bitmemiş alışveriş.

Karasızlık mı,
yanlış karar mı;
gece filede
seninle
eve gelen?

28 Kasım 2010 Pazar

Bir Alman Simiti (çığlık çığlığa)

İçi zamanla dolu, toplu mezarlar dört bir yanımda. Perdesiz apartman daireleri. (Bu ne özgüven, bu ne koma.)

Damlayan bir musluk gibi bu gürültü, düzenli ve çeşitli; durmuyor ve uyumuyor burası, deviniyor.... (Ve kokuyor bana sorarsanız.) Kadınlar sürekli bağırıyor. Sadece onlar mı?

Büyük bir katliam yaşanıyor damarda ve zamanda. Kafam kaşınıyor. Kornalar.

Güneş uğramıyor mu artık, yoksa ben mi kaçırıyorum zamanını ?  Sadece kendi zamanım değil o vakit öldürdüğüm. ( Aman tanrım korkmalı mıyım?)

Bekleyişlerimi kızartsam belki daha çekilir olur.

Zaman geçmiyor; geriyor. Yapış yapış bir bulamaç gibi üzerime yapışıyor; ne kadar temizlemeye çalışsam da geçmiyor...

Çocuklar bağırıyor Şimdi'de.
Şimdi'de zaman geçmiyor...

...

şim_di: bir alman simiti.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Ev Sahibesi

Eriyordu Alev.
Gerçekten eriyordu. Tırnakları düştüğünde farketti bunu ilk ve hemen ev sahibesi ve komşusu, Sevi Hanım'a bahsetti bundan çaresizce.

Alev eriyordu.

Sevi Hanım, O'nun hemen küveti tıkayıp içine oturmasını öğütledi; "Geliyorum!", diye ekledi, "Başka bir Vietnam daha istemiyorum!"....

Alev yalnızlığının içine yıllar önce karışmıştı. Kapkara ve ıssız koridorlar, huysuz odaları birleştiriyordu Alev'in evinde. Küvete girdi. "Daha başıma ne gelebilir ki?", diye söylenirken alt dudağı kucağına eridi...

Sonra kulakları ve burnu eridi Alev'in.
Sevi Hanım geldi.
Alev gözleri eriyip düşmeden hemen önce görmüştü O'nu.

Sevi Hanım, küvetin yanındaki klozetin kapağını kapatıp, telaşla çantasını (büyük çantasını) klozetin yanına (küvetle klozetin arasına) koyup, üstüne oturdu. Alev tamamen erimek üzereydi; eriyordu da...

Alev eriyordu.
Alev sıvı bir hal alıyordu.
Bir bulamaç.
Eriyen farklı renkteki parafinler gibi....

****** ***  **   *

Alev; eridi.....

Sevi Hanım banyodan evin ayakkabılığına yöneldi. (Sevi Hanım çok garip ve gizemli bir ev sahibesiydi. Hep çok çekici ve garip bir aurası olduğunu düşünürdü Alev, Sevi Hanımın; eridiği son damlaya kadar....) Ayakkabılıkta bir plastik çocuk manken, büyükçe bir tas (şehirler arası otobüs mola yerlerindeki tuvaletlerde bulunan taharet tasının aynısı.) ve huniyi alıp banyoya geçti. Klozetin yanına geldiğinde telaşla bıraktığı büyükçe çantasından bir pilli matkap çıkartıp çocuk mankenin alnın ortasına bir delik açtı.

Huniyi deliğe yerleştirdi.
Tasla Küvetteki Alev'i alıp huniye boşalttı.
Plastik Çocuk Mankenin içini erimiş -sıvı- Alev'le dolduruyordu.

**** ***  **   *

Ve Manken doldu.

Sevi Hanım, plastik mankeni; huni ve tasla, tıka basa doldurdu.

Kalan, dökülmüş, artmış Alev; silindi, küvvetten akıtıldı. Sevi Hanım banyoyu dip köşe temizledi. (Sokakta köpekler havlıyordu, dolunaydı....) Sevi Hanım Çocuk Mankeni-İçi Alev'le dolu Plastik Mankeni-evindeki derin dondurucuya güzelce yerleştirip, dondurucunun kapağını kapattı....

Geceliğini giydi....
İlaçlarını içti...
Işığı kapattı....
Yastığının düzeltti; yorganını çekti....

Ve uyudu.....
Dolunaydı...........

21 Kasım 2010 Pazar

Yağmurlar Salonu

"Geçirgenliğe sahip değilim", dedi adam ve ekledi "Sadece fener alaylarında çıkabilirim bir daha karşınıza. Dar sokak aralarının çöp suları kusmuklar ve gözyaşlarıyla yıkandığı yerden derin bir iç geçirişsiniz siz."
"Gizemli bir yeraltı örgütü var peşinizde", diyebildi kadın. Yüzünde tüm gücüyle gizlemeye çalıştığı endişenin haritası asılıydı.
Adam sigarasından derin bir nefes çekip pardösüsünün yakalarını kaldırdı. Önüne bakıyordu. Rüzgar ısırıyor, kadının hızlı nefes alıp verişi aralarındaki boşlukta adamınkine karışıp orada asılı kalıyordu.
"Biliyorum.", dedi adam sigarasından aldığı dumanı bırakırken.

19 Kasım 2010 Cuma

3. Gün

Ve şimdi her şey sakin.... (derken mesaj geldi.)
Geniş geniş sakinim şimdi. Sözler ne çabuk dağılıyor uzayda.
Kim; nedeni ben mi?
Minik bir yanlış anlaşılmanın ufak gürbüz çocuğu mu? (ne oluyor şimdi??)

Loop ederken tüm her bir his öne çıkan önde duran en yer eden şey yine kendisi.
Evet O.
Ahh O......

Hayatının en güzel parçasını kopartsan ve ben de öyle yapsam; utanır koparttığın yere birleştirmeye çalışırdın seninkini.

Sormasın kimse de diye bağırabilirim şimdi. (sormayın da)
Çünkü kendimin içi bile
Bir fikre varamıyor
Neticede.

Tüm gecede ve tüm bu siste
Sanma bilmiyorum nerede
En
Dipte
Ve gizlice
Yaşattığım ece
Bu gece
Birdenbire......

Bu arabalar genelde beyaz olur.
Minik minik....
Silik
Ve
Yitik....

8 Kasım 2010 Pazartesi

pazartesi de tortulu uyanışın notları.

     Bu üzerime çöken tortu bir ölünün mezarından gelmiş olmalı. bu penceremdeki baykuş temelli yerleşti sanırım. kurşun döktürmeye kalksam eminim yer yüzünde 1 gr kurşun bile bulamayacağım.
     Beş gün içinde çözülmesi gereken şeyler. (Tanrı 6 günün sonunda dinlenmiş.)
     Umarsızlığın diz boyu olması kainata duyulan sonsuz güven olabilir mi? (bunu araştır.)

     Bir berber bir berberi karanlıkta öldürürse pilavdan dönenlerin kalbi kırılır derler.
     Pozitif olup iyi enerji yayıp işleri düzene koymanın yolu, büyük bir bomba yapıp çamaşırın tam kalbine koymaktan geçiyorsa; kophenag da yaşayan ve hiç tanımadığım marketin soyguna uğraması da an meselesidir.

     En neticesinde bu tortu yağmuru sağnağa çevirirse bir fırça yetersiz kalacaktır çıkartmak için beni gün ışığına. Aksi takdirde saha deneyimi olan tercihen askerliğini yapmış ve on yıllık deneyime sahip bir arkeolog bulunmalıdır.

     İşte böyle bir pazartesi bu sabah bana kahvaltı hazırlayan....
     Sokayım böyle pazartesiye.

31 Ekim 2010 Pazar

Pazar

     Bilinçaltım pazar kurmuş geceme onunla boğuşuyordum. Bu seroquel böyle yapıyor uykumu. Her şey ortalara saçılıyor kafamda. En dipten en yüzeye tezgahlarda yerini alıyor her şey. Ben tüm uyku süresince o pazarda dolanıyorum. Kovalanıyorum. Aranıyorum.
     İşte yine böyle bir uykunun içindeyken ben bomba patlamış bu sabah saat 10 da.

29 Ekim 2010 Cuma

Kara Cuma

    Kabuslarla sote edilmiş buz gibi bir uykudan simsiyah bir sabaha çöl gibi bir ağızla uyandım. Fırtına bütün gece devam etti. Kahvaltı uzaktan el sallarken benim yorgun ve üşengeç bedenim ona hiç de hoş olmayan bir hareket çekiyor.
    Gitarist bulmam lazım ya da programı iptal etmem lazım. Örülen ağları kesecek bir bahçe makası gerek. Duş da yapmak lazım. Ne kadar soğuk bir cuma. Ne kadar koyu.
    Temizlik yapmak da lazım ayrıca. Kış uykusuna da yatabilmeli insan madem iphone yapabiliyor. Bir pause tuşu arıyorum yaza kadar basmak için. Ya da bir kafa ayar vidası vücudumda bulunmalı. "Return tusuyla programdan cik". Varsa da ben bulamıyorum.
    Kahvaltı yapmak lazım bu kara cumada.
    Bir şeyler yemek.
    Ve de bir gitarist bulmam lazım.
    Uyusam ya yaza kadar.......
      

Ajan Varil'in Gizli Güncesinden

23:33

          Her şey kımıldıyor. Bunu yazabiliyor olmak çok garip. Nasıl yazabiliyorum ve çantam neden ıslak? 
          Ben mi işedim? 
          Hatırlamıyorum. 
          Hatırlamadığım bir zaman diliminde mi meydana geldi bu ıslanma?
          Hoş mu? 
          Değil aslında, zavallıca tüm o olup biten; öyle değil mi zaten?  
          Tanrı dahil hepimiz bulunmak istiyoruz. Tanrı eğer ne kadar kaybolmuş olduğunu farketseydi benim kadar her şeyi gözden geçirip nihilist olmayı seçerdi.
          Bence herkes öyle olmalı.

23:52

         "Bu eller benim değil", diyeli ne çok olmadı mı? Ne çok zaman aktı tüm bu olan bitenin altından, her şey kendi istikametinde evrilirken, devinirken şeyler içimde, kımıl kımıl kararlı bir ivmeyle....

00:07

         Her şey kuruymuş.....

00:26

         Bugün duyduğum en iyi haber her şeyin aslında kuru, kupkuru olduğu. Evet ıslak değiller. Bu saate kadar benim yüzümden ıslandıklarını düşünüp suçluluk duydum, ezildim ve azaldım. Şimdi bunu, her şeyin kuru olduğunu, asla benim yüzümden ıslanmadıklarını, kendime hatırlatıp hatırlatıp seviniyorum. 
         Sevmiyorum bu güvenlikleri. Hiç sevmiyorum hemde. Her şey kuru ve yolunda. Hatırladım işte yine, her şey kuru. Ve ıslak değiller benim yüzümden. Çünkü kuru aslında benim gibi....
         Sadece bir tane kahve içmek istiyorum. Dışarıdan nasıl gözüküyorum acaba? Bilmiyorum. Kahve içmeliyim. O'nunla yan yanayız yeniden, ne hoş.

00:33

         Yedi dakikada neler oluyor. Matematiği çok iyiymiş O'nun. Görsel hafızası da fena değilmiş. Öyle diyor kendisi. Sanırım artık biraz da olsa bir nebze sıkılmaya daralmaya başlıyorum. Unutmadan çok üşüyorum. Çevremde tüm kainat deviniyor. Benimle, beni de dahil ederek.
         İyi bir şey mi bu?
         Bu el benim mi hakikaten? 
         Bunlar oluyor ve şu anda oluyor. Sadece zaman yavaş ve ıslak işliyor.....

01:54

         O burada mı peki ya da daha gelmedi mi? Habersizce ayarladığım bu sinsi randevuya önce ben geldim gizlice. Neticede bu şekilde hala yazabiliyor olmak beni dehşete düşürmek yerine mutlu ediyor. Burası ve bu müzik çok sıcak. O gelirse biraz ferahlık gelecek bu tropikal bunaltıya. Hoş bir meltem gibi değil, metal kadar keskin ama asil bir soğuklukla. Bu müzik çok güzel çok.

02:01

         Gelmen lazım artık. Kafamı kaldırınca seni görsem ya. Ama yoksun. Gelmen lazım. Bu kaostan çıkmalıyım.
         Bu el benim mi?
         Sadece müziği dinleyebilsem. Arkadakilerin salak laf salataları müziği kirletiyor.
         Gelmeyecek sanırım.
         Gelsene....

02:10

         Sıkıldım. Gelmeyecek.

02:41

         Kalkma vaktini tayin eden sigara paketindir.
         Tek telefon hakkımı kullanmak istiyorum.


28 Ekim 2010 Perşembe

Yiten Karnaval

Yiten karnavalin sönen ışıklarını sürüyorum orama burama.
Arada sırada acıyor içim artık.
Artık git gide ağırlaşıyor bu yalnızlık.
Bıraktığın tüm acılar kuleler kuruyor sırtımda.
Sönüyor bu şenlik, ağir ağir bir düşüşle, beni de çekerek karanliğa.
Karanlık değil beni korkutan, kararmak bu gecede....         

Biten, yiten ve giden herşeye sahibim.          
Bomboş bir boşluğu doyasıya içiyorum.....  

Dolunay

neyi tutsam mı ölüyor, ölenler mi beni tutuyor ?...
neticede bir şeyler ölüyor.
eksiliyor içimde bir yerlerden en kutsal bir şeyler...
bilenlerse hep susuyor.
o uğultu artık kulağımda yaşıyor.

gidenlerse hep susuyor ve doyuyor beni içerek...

şimdi

    Elbet geçecek ve hafifleyecek tüm herşey gibi... 
    O da miyadını doldurup eriyip gidicek zamanin katmanlarinda...
    Belki bir gün yanlislikla ayağın takılıp, arkana baktığında; uzaklarda ölgün, silik, birsey göreceksin: 
    bir nokta, ufukta, tan vakti, kızıllıktan karanlığa evrilen, eskiden seni  üzen ama o an anlam ifade etmeyen....
    İşte böyle işler evren. 
    Sen izlerken evrilen devinen ve seni delirten yaşadığın şimdi'de... 

A'dan A'ya

     Arkadaşının sana verdiği zararı ve yıkımı da sevgiyle kucaklamalısın eğer kıymetliyse başlarda verdiği keyif, eğlence ve unutmalar... Ki en ezen ve yıkanlar da, o unutmaların ertesinde ortaya çıkan suçluluk duygusunun kendine olan güvenine ve cesaretine uyguladığı  basıncın neden olduğu çınlamalardır ruhunun hıçkıra hıçkıra ağladığı. Ve başta çocuklar gibi neşeli karnavalın,  bir Stephan King romanına dönüstüğünü arkadaşın gittikten sonra fark edersin...

     Geri dönmek ve düzeltmeye çalışmak faydasız bir uğraş haline dönüştüğünde; her zaman saklandığın yere dönüp, duvardan söktüğün aynaların duvarlarda bıraktığı izlere bakıp bakıp hatırlamaya çalışırsın neler oldugunu dün gece, orda sen ve arkadaşın ve diğerleri ile....

     Sonra yine başa döner işte. Yine o arkadaşınla buluşur, yine ertesi gün saklandığın yere kaçarsın. Bence aramamalısın O'nu, eğer duramıyorsan.... Ama unutmaksa ve yıkmaksa amacın, daha iyi bir yol arkadaşı da bulamazsın: Ya sen, ya O; seni öldürene kadar sürer bu döngü....

     İşte böyle yürür bu gemi. Bir hayatı iki kişi, iki sen, paylaşıyorsa dönüşümlü; bir yanlışlık olmalı, arkadaşınla senin aranda, bir yanlış anlama. Çünkü seni iki vardiyaya ayıran, O'dur; sen ölen karnavalın neşesini gördüğünü sanarken, ucubelerle etrafında dans eden. Ve saklandığın yerde geçer vardiyan, diğer tarafın saklanmanın nedeniyken...

     Arama bence bir daha arkadaşını. Bir hayata, iki sen, fazla...

     Ama yine de sana kalmış; istersen ara....

deneme bir iki ses kontrol.....

           bugün 19.30 da deneme programı var. nefret ederim deneme programlarından. ama işin gereği bu yapmak lazım. şunca zaman şunca yerde çaldıktan sonra insana angarya geliyor.
           cd veriyoruz işte canlı sahnede kayıt. daha ne şişko muyuz sakat mıyız dişlerimiz tam mı diye bakacaklar. onun da kolayı var bin tane resim var gruba ait internette, bir dolu videomuz var. zamane insanları hiç istemediğim ve hoşnut olmadığım bir yöne evriliyorlar. ne acı.
           sözünün eri olmak bir erdemden çok bir ahmaklık olarak algılandığından beri kalmadı bu işin tadı tuzu. köşe başlarında kalın kalın odunlar geçmek ne mümkün. hadi geçtin odunun ufaklıkları odundan odun odundan oduncu. içi boş kabukların arasında sabır taşına evrilmek zorunda bırakılan kadim zamanlardan kalan kurallara bağlı bir avuç bir şey kaldık. bir avuç naif....

İzleyiciler