31 Ekim 2010 Pazar

Pazar

     Bilinçaltım pazar kurmuş geceme onunla boğuşuyordum. Bu seroquel böyle yapıyor uykumu. Her şey ortalara saçılıyor kafamda. En dipten en yüzeye tezgahlarda yerini alıyor her şey. Ben tüm uyku süresince o pazarda dolanıyorum. Kovalanıyorum. Aranıyorum.
     İşte yine böyle bir uykunun içindeyken ben bomba patlamış bu sabah saat 10 da.

29 Ekim 2010 Cuma

Kara Cuma

    Kabuslarla sote edilmiş buz gibi bir uykudan simsiyah bir sabaha çöl gibi bir ağızla uyandım. Fırtına bütün gece devam etti. Kahvaltı uzaktan el sallarken benim yorgun ve üşengeç bedenim ona hiç de hoş olmayan bir hareket çekiyor.
    Gitarist bulmam lazım ya da programı iptal etmem lazım. Örülen ağları kesecek bir bahçe makası gerek. Duş da yapmak lazım. Ne kadar soğuk bir cuma. Ne kadar koyu.
    Temizlik yapmak da lazım ayrıca. Kış uykusuna da yatabilmeli insan madem iphone yapabiliyor. Bir pause tuşu arıyorum yaza kadar basmak için. Ya da bir kafa ayar vidası vücudumda bulunmalı. "Return tusuyla programdan cik". Varsa da ben bulamıyorum.
    Kahvaltı yapmak lazım bu kara cumada.
    Bir şeyler yemek.
    Ve de bir gitarist bulmam lazım.
    Uyusam ya yaza kadar.......
      

Ajan Varil'in Gizli Güncesinden

23:33

          Her şey kımıldıyor. Bunu yazabiliyor olmak çok garip. Nasıl yazabiliyorum ve çantam neden ıslak? 
          Ben mi işedim? 
          Hatırlamıyorum. 
          Hatırlamadığım bir zaman diliminde mi meydana geldi bu ıslanma?
          Hoş mu? 
          Değil aslında, zavallıca tüm o olup biten; öyle değil mi zaten?  
          Tanrı dahil hepimiz bulunmak istiyoruz. Tanrı eğer ne kadar kaybolmuş olduğunu farketseydi benim kadar her şeyi gözden geçirip nihilist olmayı seçerdi.
          Bence herkes öyle olmalı.

23:52

         "Bu eller benim değil", diyeli ne çok olmadı mı? Ne çok zaman aktı tüm bu olan bitenin altından, her şey kendi istikametinde evrilirken, devinirken şeyler içimde, kımıl kımıl kararlı bir ivmeyle....

00:07

         Her şey kuruymuş.....

00:26

         Bugün duyduğum en iyi haber her şeyin aslında kuru, kupkuru olduğu. Evet ıslak değiller. Bu saate kadar benim yüzümden ıslandıklarını düşünüp suçluluk duydum, ezildim ve azaldım. Şimdi bunu, her şeyin kuru olduğunu, asla benim yüzümden ıslanmadıklarını, kendime hatırlatıp hatırlatıp seviniyorum. 
         Sevmiyorum bu güvenlikleri. Hiç sevmiyorum hemde. Her şey kuru ve yolunda. Hatırladım işte yine, her şey kuru. Ve ıslak değiller benim yüzümden. Çünkü kuru aslında benim gibi....
         Sadece bir tane kahve içmek istiyorum. Dışarıdan nasıl gözüküyorum acaba? Bilmiyorum. Kahve içmeliyim. O'nunla yan yanayız yeniden, ne hoş.

00:33

         Yedi dakikada neler oluyor. Matematiği çok iyiymiş O'nun. Görsel hafızası da fena değilmiş. Öyle diyor kendisi. Sanırım artık biraz da olsa bir nebze sıkılmaya daralmaya başlıyorum. Unutmadan çok üşüyorum. Çevremde tüm kainat deviniyor. Benimle, beni de dahil ederek.
         İyi bir şey mi bu?
         Bu el benim mi hakikaten? 
         Bunlar oluyor ve şu anda oluyor. Sadece zaman yavaş ve ıslak işliyor.....

01:54

         O burada mı peki ya da daha gelmedi mi? Habersizce ayarladığım bu sinsi randevuya önce ben geldim gizlice. Neticede bu şekilde hala yazabiliyor olmak beni dehşete düşürmek yerine mutlu ediyor. Burası ve bu müzik çok sıcak. O gelirse biraz ferahlık gelecek bu tropikal bunaltıya. Hoş bir meltem gibi değil, metal kadar keskin ama asil bir soğuklukla. Bu müzik çok güzel çok.

02:01

         Gelmen lazım artık. Kafamı kaldırınca seni görsem ya. Ama yoksun. Gelmen lazım. Bu kaostan çıkmalıyım.
         Bu el benim mi?
         Sadece müziği dinleyebilsem. Arkadakilerin salak laf salataları müziği kirletiyor.
         Gelmeyecek sanırım.
         Gelsene....

02:10

         Sıkıldım. Gelmeyecek.

02:41

         Kalkma vaktini tayin eden sigara paketindir.
         Tek telefon hakkımı kullanmak istiyorum.


28 Ekim 2010 Perşembe

Yiten Karnaval

Yiten karnavalin sönen ışıklarını sürüyorum orama burama.
Arada sırada acıyor içim artık.
Artık git gide ağırlaşıyor bu yalnızlık.
Bıraktığın tüm acılar kuleler kuruyor sırtımda.
Sönüyor bu şenlik, ağir ağir bir düşüşle, beni de çekerek karanliğa.
Karanlık değil beni korkutan, kararmak bu gecede....         

Biten, yiten ve giden herşeye sahibim.          
Bomboş bir boşluğu doyasıya içiyorum.....  

Dolunay

neyi tutsam mı ölüyor, ölenler mi beni tutuyor ?...
neticede bir şeyler ölüyor.
eksiliyor içimde bir yerlerden en kutsal bir şeyler...
bilenlerse hep susuyor.
o uğultu artık kulağımda yaşıyor.

gidenlerse hep susuyor ve doyuyor beni içerek...

şimdi

    Elbet geçecek ve hafifleyecek tüm herşey gibi... 
    O da miyadını doldurup eriyip gidicek zamanin katmanlarinda...
    Belki bir gün yanlislikla ayağın takılıp, arkana baktığında; uzaklarda ölgün, silik, birsey göreceksin: 
    bir nokta, ufukta, tan vakti, kızıllıktan karanlığa evrilen, eskiden seni  üzen ama o an anlam ifade etmeyen....
    İşte böyle işler evren. 
    Sen izlerken evrilen devinen ve seni delirten yaşadığın şimdi'de... 

A'dan A'ya

     Arkadaşının sana verdiği zararı ve yıkımı da sevgiyle kucaklamalısın eğer kıymetliyse başlarda verdiği keyif, eğlence ve unutmalar... Ki en ezen ve yıkanlar da, o unutmaların ertesinde ortaya çıkan suçluluk duygusunun kendine olan güvenine ve cesaretine uyguladığı  basıncın neden olduğu çınlamalardır ruhunun hıçkıra hıçkıra ağladığı. Ve başta çocuklar gibi neşeli karnavalın,  bir Stephan King romanına dönüstüğünü arkadaşın gittikten sonra fark edersin...

     Geri dönmek ve düzeltmeye çalışmak faydasız bir uğraş haline dönüştüğünde; her zaman saklandığın yere dönüp, duvardan söktüğün aynaların duvarlarda bıraktığı izlere bakıp bakıp hatırlamaya çalışırsın neler oldugunu dün gece, orda sen ve arkadaşın ve diğerleri ile....

     Sonra yine başa döner işte. Yine o arkadaşınla buluşur, yine ertesi gün saklandığın yere kaçarsın. Bence aramamalısın O'nu, eğer duramıyorsan.... Ama unutmaksa ve yıkmaksa amacın, daha iyi bir yol arkadaşı da bulamazsın: Ya sen, ya O; seni öldürene kadar sürer bu döngü....

     İşte böyle yürür bu gemi. Bir hayatı iki kişi, iki sen, paylaşıyorsa dönüşümlü; bir yanlışlık olmalı, arkadaşınla senin aranda, bir yanlış anlama. Çünkü seni iki vardiyaya ayıran, O'dur; sen ölen karnavalın neşesini gördüğünü sanarken, ucubelerle etrafında dans eden. Ve saklandığın yerde geçer vardiyan, diğer tarafın saklanmanın nedeniyken...

     Arama bence bir daha arkadaşını. Bir hayata, iki sen, fazla...

     Ama yine de sana kalmış; istersen ara....

deneme bir iki ses kontrol.....

           bugün 19.30 da deneme programı var. nefret ederim deneme programlarından. ama işin gereği bu yapmak lazım. şunca zaman şunca yerde çaldıktan sonra insana angarya geliyor.
           cd veriyoruz işte canlı sahnede kayıt. daha ne şişko muyuz sakat mıyız dişlerimiz tam mı diye bakacaklar. onun da kolayı var bin tane resim var gruba ait internette, bir dolu videomuz var. zamane insanları hiç istemediğim ve hoşnut olmadığım bir yöne evriliyorlar. ne acı.
           sözünün eri olmak bir erdemden çok bir ahmaklık olarak algılandığından beri kalmadı bu işin tadı tuzu. köşe başlarında kalın kalın odunlar geçmek ne mümkün. hadi geçtin odunun ufaklıkları odundan odun odundan oduncu. içi boş kabukların arasında sabır taşına evrilmek zorunda bırakılan kadim zamanlardan kalan kurallara bağlı bir avuç bir şey kaldık. bir avuç naif....

İzleyiciler